Salı, Eylül 04, 2007

Hani Sel Basacaktı?


4 Eylül tarihli Milliyet İnternet'ten şahane bir serzeniş...

Üstüne daha fazla yorum yapmaya gerek yok...


Cuma, Haziran 15, 2007

Oha


ÖSS denen nevale insanları ne hale düşürüyor. almış eline kalemleri türbe kapısına sürtüyor...yuh artık! oha çüş...


Çarşamba, Ocak 24, 2007

Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi

Dağ gibi, karayağız birer delikanlıydık.Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar sırıl sırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yasayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşıyarak katıldıkk o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık,

Vurulduk ey halkım unutma bizi

Yoksullugun bükemedigi bileklerimize celik kelepceler takıldı. Iskence hücrelerinde sabahladık kac kez. Isteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren senetler gibi kullanırdık. Mimardik, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze cicek gibi verdik topluma.Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.

Fidan gibi genc kizlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, iskencecilerin acımasiz ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genc kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar cicekleri gibi. Utanmadılar insanliklarından, utanmadılar erkekliklerinden.

Hücrelere atildik ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımızz düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli iskencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmis kocalarımızın taptaze duyularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. Insanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz birakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak firlattik attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Giresun´daki yoksul köylüler, sizin icin öldük. Ege´deki tütün iscileri, sizin icin öldük. Doğu´daki topraksız köylüler, sizin icin öldük. Istanbul´daki, Ankara´daki isciler, sizin icin öldük. Adana´da paramparca elleriyle, ak pamuk toplayan isciler, sizin icin öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Bağımsızlık, Mustafa Kemal´den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı icin kan döktük sokaklara .Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsınn dedik, sokak ortasinda sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabanci petrol sirketlerine karsi devletimizi savunduk, kominist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepceyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi..

Henüz cocukluğumuzu bile yasamamıştık. Bir kadın eline değmemisti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sephalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. Içimiz titremedi hic. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere...

Asıldık ey halkım, unutma bizi..

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasinda vuranlar, agabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarina ortak olmuslardı, ya da susmuslardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanlarin gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına. Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi…! Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarinda yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüge adanmış bir top cicek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz, ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi, UNUTMA BİZİ ….

Uğur Mumcu

Perşembe, Aralık 28, 2006

Foto Şiir:


Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever

Çarşamba, Haziran 21, 2006

Ekşi Sözlük Uğurlar Ola!

Evvela şunu söylemek isterim ki geçmişte bir çok örneğini görmüş olduğumuz ayrılma sebeplerinden birini öne sürecek değilim. ?Artık işime vakit ayıramıyorum, canım sıkıldı, sözlük eski tadını kaybetti? türünden sebeplere sığınmayacağım. Bir üslup uyuşmazlığı ve moderasyon anlaşmazlığı yüzünden sözlük yazarlığıma son verdim?


Evlilik hazırlıklarım dolayısıyla bir aylık kafa izni aldığım bir dönemde hesabımın çaylaklığa çevrilmesi ve buna yönelik tutrakan adlı sözlük yazarının başlığına yazdıklarımın ssg?nin deyimiyle preatorlar?ın ortak görüşü neticesinde hakaret olarak kabul edilmesi üzerine silinmesi sonucu sözlük ile olan her türlü bağımı kopardım.


Bu konuda herhangi bir kırgınlığım ve üzüntüm yok. Tamamiyle sözlük moderasyonunun öngördüğü kurallar artık bana yazacak bir alan bırakmıyor. Bu onların biçtiği bir sınırlama alanı ve ben bu alanda artık sıkışıp kalmayı red ediyorum. Onların kuralalrına ve uygulama sistemlerine de saygı duyuyorum.

Ama gel gör ki, İzmirdeki Kürtler ve çingeneler başlığına evvela gidip ?hazzetmiyorum bunlardan? cümlelerini yazıp da tepki alınca yazdıklarının tamamını editleyip 180 derece muhteşem bir dönüşle bambaşka şeyler yazarak beni aptal, salak yerine koyanlara yumuşak bir dil kullanamıyorum malesef. Kayıp yazarlık sürecim bittikten sonra başımı eğip on tane entry girip çaylaklık konumumun bitmesini bekleyemezdim açıkçası. Çünkü bugün de halen o yazdıklarımın arkasındayım?

Velhasıl kelam, ekşi sözlük denen bu özel ortamda çok dost kazandım, çok bilgilendim çok eğlendim. Sevgi gördüm saygı gördüm sağolsunlar Varolsunlar. Bugüne kadar yazma şevkimin kırıldığı dönemlerde bana mesajlarıyla, entryleriyle destek veren dostlarıma teşekkür ediyor sevgi ve selamlarımı gönderiyorum?

Güzel şair Yılmaz odabaşı?nın da dediği gibi;

"aslolan hayattır
bir akvaryumu yazmak,
akvaryumda yasamaktan kolaydır
bu yuzden her dize biraz eksik
her siir biraz yalandır..."

Jokond da tümüyle artık bir yalandır?

not: entrylerimi silme konusunda istenildiği gibi şahsıma sövebilirsiniz. çok özür diliyorum ama yapmak zorundaydım...

Salı, Mayıs 30, 2006

Lost olmak ne garip sey anne!


LOST TÜRKÜSÜ

beni burada arama kate
dharma'da adımı sorma
sıçtığımın adasına uçak düşmüş
öyle bakma kate bana öyle bakma

kaç zamandır yüzüm tıraşsız
gözlerim uçak bekledim
uzarken ellerim kulağım telsizde
lostun emuleden inmesini bekledim anne
yaşamak isterken delice
ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir sözlükçüye
tepeden tırnağa sawyer ve kate kesmiş
bir dvd paketini armağan
düşlerimle hurley
diretmişliğimle locke
şaşkınlığımla mr eko devrederken bir sonraki bölüme
usulca patlayıverdi götümde şaşkınlık
henry gale'i düşün anne
şeyh sayid'i diğerlerini
şerefsiz michael'ı düşün anne
insanları düşün anne
düşün ki manyetik alan sallansın
düşün ki o 108 dakikada kaderin ağlarına inanan
mutlu bir kurtuluş gemisi demir alsın
yani benim güzel annem
garip fısıltılarıyla inleyen adada
birbirinden güzel hatunları bafilemek varken
oturup ambar içinde osbir çektim
ne garip duygu şu lost...
lost izleyeceğim diye kaçırdığım kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet giderken dosdoğru üçüncü sezona
geride masa üstünde boynu bükük kaldı divx player
bağışla beni güzel annem
lost izleyeceğim salaklığıyla kafayı sıyırdım diye kızma bana
elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda(anne cdleri bırak arkadaşa geri vericem)

yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa lost tadında yaşamak isterdim
lost izlemek ne garip şey anne
cd kapasitelerinin tutsaklığından aşırıp lost'u
maxell saklama kabı içinde vermek isterdim sözlükçülerin ellerine
sonra... sonra benim güzel annem
senaristleri bulup teker teker dövmek isterdim kızılcık sopasıyla

ambarın kapısında durmuşum
internetimin bu ay artık limiti yok
kıçıma limit aşımı faturayı sokmuşum
koşun sözlükçüler koşun
kate üstüme üstüme geliyor
kısacası güzel annem
eylül ayına kadar lost'u düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da yeni bölümün inmesini beklemek gözleri yatırıp ıraklara

lost izlemek ne garip şey anne
artık eylüle kadar kanatırcasına tırnağımla şaşkın umutlu bölümler izleyemeyeceğim
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım(ondan sonra şöle oldu böle oldu he lan bi de şu vardı gibisinden)
spoiler yapamayacağım örneğin
lost manyağı olmak ne garip şey anne
rakamlar ki sende büyür dağdır ki sende göçer
ben jarrah derim desmond derim
çam diplerinde açmış kanatlarını orospu çocuğu michael derim
walt, gül yanaklı çocuğa benzer
yine de oğlunu yitirmek kimbilir ne garip şey anne
her bölümde "ohaaa ulan oha" diyen benim
bölümün inmesi için nöbet tutan,
indiğinde kafayı sıyıran
her emule kullanıcısı limitleri arşınlayarak indirir beni
libby benim
ana lucia benim
kate benim...

bekle beni anne...
bir sabah çıkagelirim
bir sabah anne bir sabah
senaristler açtığında kapılarını
adı başka sesi başka nice yaşıtım koynunda bazukalar
adamı hasta eden diziler içinde tırlatmış bir ülke getirirler

Cumartesi, Mayıs 20, 2006

Modifiye edilmiş beş parçalık osuruktan bir müzik albümü

PROLOGUE-MAIN TITLE
2000 senesinin bir gıdım sıcağın yüzlere zar zor vurduğu bir ilkbahar sabahıydı.

Hayatı boyunca prospektüs kelimesinin ötesinde tıp ilminden bir halt anlamayan ben ve tıbbiyenin olduğu her yere karşı fobi derecesinde uzaklık duyan yine aynı ben,o hayatın hepimize kısmet ettiği zorlu anlardan birini yaşamaktaydım.Araştırma hastahanesinin üçüncü katında bir yakınımın ameliyattan çıkmasını beklerken, etrafa yayılmış hastalıklı et kokusundan kendimi kurtarma umuduyla bir pencerenin açık köşesinden başımı tüneyerek sigaramı içmekteydim.Az ötemde yılların hizmetlisi hayatın anasını tersten düzer gibi yerleri silerken iki taraflı kapılar gürültülü şekilde bir anda açılıyordu.Etrafımda meraklı gözler stres altında ameliyattan yeni çıkan hastamızın başına üşüşmüştü.Bütün bu hengamenin ortasında ağlayan,kucaklaşan insanlar,sinirleri boşalan koşudan yeni çıkmış terli atlar gibi kişniyorlardı etrafımda.

TRACK ONE
Yaşamak ne zordu,ağlamak;birine sarılıp üzüntünü hafifletmek ne zordu halbuki?

Bu büyük duygu yamulmasının ortasında ben neden kazık gibi duruyordum ki?Montumun iç cebindeki yarım paket selpak tam da bu an için tedarik edilmiş gibi değil miydi?Hayır,iki dakika sonra bahar nezlesinin en güzel meyvesi sümüklerimi almak için bir süre daha cebimde bekleyecekti o paket.Nasıl oluyordu da sevdiğim saydığım bir insanın ameliyattan çıkışında duygulu anlar yaşayamıyordum?Bir çırpıda ömrüm boyunca izlediğim tüm ağlamaklı film sahnelerini geçirdim zihnimden.

TRACK TWO
Çok afedersiniz ama sikerim ben böyle aşkın ızdırabını!

Bir halt olmadı,bir küçük damlayı bile süzdüremedim yanaklarımdan.Günlerimi,aylarımı,yıllarımı benden alan ve yerine bir emotion makinesi olarak beni yarattığını düşündüğüm sinema tam bu hüzün mevsiminin ortasında neden error veriyordu bir türlü anlayamıyordum.Perdeden elin iti Lassie?nin ölümüne bile içlenen ben,tüm çıplaklığıyla karşımda cereyan eden bu duygu sağanağının ortasında bir kütük gibi durmakla yetiniyordum.Halbuki ortamda yer alan bir genç kız ağlamaktan şişmiş ve kızarmış burnuyla,salya sümük kollarıma sarılmalıydı.?Bitti hayatım.En sonunda kurtulduk.Artık Station arabamızla banliyödeki şirin evimize dönebiliriz.?Ve biz bu sihirli sözcüklerin ardından okul birincisi iki çocuğumuzla mutlu ve bahtiyar bir şekilde şömineli evimize dönmeliydik.Böyle olmadı ama buna ?birazcık? benzer bir şey oldu.Yaklaşık iki yüz kiloluk bir hastabakıcı ?genç hanım kızımız? koca kıçıyla beni kenara itekledi.Koridorun sonundaki hemşireye enjektör yetiştirmeliydi ve o sırada karşısına çıkan her türlü engeli koca bedeniyle ezip geçmeliydi.Bu esnada.hastamız,narkozun etkisinden kurtulmakla cebelleşirken odanın tam karşısındaki koğuşa baktım.Allah sizi inandırsın içeride hastalar hariç elli kişi vardı.Kadınlar,kucaklarında envai çeşit çocuklar ve sucuklarla hasta ziyaretine gelmişti besbelli.

TRACK THREE
En son Philedelphia?da izlemiştim?Odalar tek kişilk değil miydi?


Odadaki hıçkırık yükü yüksek ağlamalar yerini taze limon çiçeğinin açılışlarına benzeyen kırmızı gülücüklere bırakmıştı.Odayı buz kesiyordu sessizlik buz olmuştu herkes sus?Tam o anda yaklaşık iki gündür uyumadığı belli bir uzman asistan odamızı ziyaret etti.Uzmanlığının kıçına konmuş asistan kelimesinden pek bir muzdarip,masa üstündeki hasta raporlarını az sonra Normandiya çıkarmasını yapacak komutan edasıyla inceledi.Odadaki herkes "James Dean dirilmiş de karşılarında göbek atıyormuş" şaşkınlığında kıçına asistan eklemesi yapılmış uzmanımızı pür dikkatle takip ediyordu.Hayatta bütün boktan şeyler beni bulur; o gün de sayısal loto çıkacak değildi elbette, uzman beyimiz küçük bir kaş işaretiyle beni dışarı davet etti.Tek suçumun kapıya en yakın kişi olduğunu anlamam çok sonra olacaktı.Dışarı çıktığımızda benim beklediğim tek bir şey vardı.İçine benim küçük beynimin anlamayacağı elliye yakın Latin kökenli bilimsel terimler koyulmuş cümlelerle bana hasta hakkında bilgi verip gidecekti.Ve ben içeri girdiğimde ameliyat iyi geçmiş deyik kestirip atacaktım mevzuyu?Hiç de öyle olmadı?

-Hastamız ameliyattan çıkalı ne kadar oldu?
-Yaklaşık yarım saat oldu
-Gaz çıkardı mı?
-Ne?
Osurdu mu diyorum?

TRACK FOUR
Neydim ben?Osurukçu başı mı?...

Dünyam başıma yıkıldı.Filmlerde böyle olmuyordu ki?Hafiften düzgün façalı,son derece bakımlı karizmatik bir doktor yanıma gelmeli ve ?Ameliyat son derece başarılı geçti.İki gün boyunca müşahade altında tutacağız.İlk on iki saat katı yiyecek vermeyin? türevinden cümleler kurmalı ve çekip gitmeliydi.Gerçek hayata geri dönersek,ızdırap verici diyaloglar silsilesi tüm hızıyla devam etmekteydi?

-Valla bilmiyorum.Osursa kokusu gelirdi herhalde.
-Olsun siz içeri girip hastaya bir sorun

Nasıl yani?Ben şimdi içeri girip onca garip bakışın arasında narkozdan sıyrılmaya çalışan birinin yanına gidip o garip ve komik soruyu mu soracaktım?Halbuki güneş ışığı hastamın yüzüne vururken gülen gözlerle dönüp ona bakmalıydım.Ellerini sıkı sıkıya tutup onu alnından öpmeliydim.Tam bu sırada fly cam altmış derece üst çaprazdan kar yağan pencereye yönelmeli bu esnada kulakları müzik kutusundan çıkan tıngırtılara benzeyen bir müzik eşelerken sahne kararmalıydı?

TRACK FIVE
Olmadı?Yukarılarda bir yerdeki yönetmen senaryoyu değiştirmiş... O boktan gerçek hayata geri döndüm!...

Titrek bir tavırla ve parmak ucu adımlarıyla odaya geri döndüm.Alnımdan dökülen o amansız terler şıpır şıpır damlarken ve kalbim küt küt atarken bir çırpıda nasıl becerdiysem o dangalak cümleyi hastamın yüzüne haykırdım?

-Ameliyattan çıktığından beri osurdun mu hiç?

Tüm bakışlar dört tarafımdan dürttü beni bir anda.Tavan üstüme çöktü.Pencerenin camları kırıldı.Fırtına çıktı.Yüzümde isilik çıktı.Yahu size daha nasıl anlatayım öldüm geberdim ben oracıkta.Hayatımın en dandik sahnesinde tam başrol oyuncusu olmuşken tüm zamanların en saftirik repliğini söyledim orada.

Çok değil üç saniye sonra yatakta yatan dermansız hastamızdan zorlukla yanıt geldi.

-E-evet..

Bir çırpıda dışarı çıktım.Doktorun yakasına yapıştım,kafayı gömdüm suratının ortasına yetmedi karnına okkalı iki tekme tam burnunun üstüne sert bir yumruk?Yok canım olmadı elbette böyle bir şey.Şu an yazıyı yazarken aklıma o an yaşadıklarım geldi bir de üstüne "iyi 25.saat?te olsunlar" gelince tutamadım kendimi sadist hayallerimi paylaştım sizlerle.Asıl ne olduğuna dönersek,tüm sakinliğimi koruyarak ?olumlu? cevabını verdim.

"Ha,iyi o zaman" dedi.Ve koridorun amansız uzantısında basit bir siluet gibi kaybolup gitti.İşte bu osuruktan olayın çok sonrasında öğrendim ki zorlu ameliyatların ardından doktorların ilk sorduğu soruymuş bu osuruk meselesi.Eğer operasyon sonrası ilk üç saatte hasta, ortama ?misk? kokusunu salabiliyorsa bu sindirim sisteminin tam anlamıyla çalıştığını ve dolayısıyla ameliyatın iyi geçtiğini gösterirmiş.

Velhasıl kelam hayat akıyor, pelikül akıyor, şarkılar akıyor, gözyaşları akıyor, şehir suları ara sıra akıyor ama hayat bütün dengesizliğiyle devam ediyor?Her şey gibi bu beş parçalık osuruktan müzik albümü de burada sona eriyor?


END TITLE-EPILOGUE

Sinemasever için modifikasyon araçları:

Hasta:Türk Sineması
Uzman "ass"istan:Distribütor Warner Bros.
Osuruk:Sinan Çetin
Hastahane:Sinema Salonu
Sucuklu çocuklu kadınlar:Türk Sinemaseverler

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Foto Şiir


madımak kebapçısı
ustam uzat ordan kebapları
yanında leziz domates kabukları
damağıma yapışan biberin acısıydı
güneş gökten sıcak
yemeğim tabağımda harman
39 kalemin kırıldığı yerde
sazların sustuğu yerde
halim yaman keyfim yaman
ustam uzat ordan aydınları
yanlarında leziz fikirleri
yüreğime saplanan metin altıokun şarkısıydı
ateş kül olan bedenlerden alçak
ülkem memleketim tarumar
bir buçuk adananın piştiği yerde
soğuk ayranın içildiği yerde
halim duman keyfim duman

jokond

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Foto Şiir

Sakla Yamalarını Kalbim
ne gül
ne yarın!
gül,
küle karılmış günlerin tortusunda
yarın,
vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda
sakla yamalarını kalbim.
insanlar büyüdükçe günler kısalır
günlerimiz gibi aşklarımız da
yittikleri duraklarda kalırlar
sakla yamalarını kalbim.
kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla
yürü, arkana bakma, ama umursa
bazen anılara en çok yakışan elbise
bir kaç damla gözyaşıdır unutma.
Yılmaz Odabaşı

Perşembe, Mart 30, 2006

Foto Şiir


DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
Bakar ağlarım.
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi, Lapinaların en harelisi...
Hala tuzlu akar kanım
İstiridyenin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz, Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla Zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.
Orhan Veli KANIK


Çarşamba, Mart 22, 2006

Foto Şiir



SANA NE YAPTILAR

O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
Seni görür görmez özgürlüğümden utandım
Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Saçların uzundu, omuzlarına akardı
Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım

Atilla İLHAN Posted by Picasa

Cumartesi, Mart 18, 2006


yumcuklar iş başında! Posted by Picasa

Perşembe, Mart 16, 2006

Foto Şiir


KAYIP ÇOCUK

Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam artık garipliğimi?

Can YÜCEL

Cuma, Mart 10, 2006

msn messenger


msn yoluyla iletişim kurmak isteyenlere: sinemania@gmail.com

Pazar, Aralık 04, 2005


bir kere o eli indir.. Posted by Picasa